Suyu Güzelleştiren Mucize Kelimeler​

Suyu Güzelleştiren Mucize Kelimeler

Bilimsel açıklaması ; “Renksiz, tatsız ve kokusuz sıvı bileşik. 2 adet Hidrojen, ve 1 adet Oksijen atomundan oluşur. En küçük canlıdan, en büyüğe kadar tüm canlıların biyolojik yaşamlarını ve faaliyetlerini sağlayan bir sıvıdır.” Şeklinde olan suya, tefekkür boyutuyla bakınca, sıra dışı bir çok  özellik, dikkat çekmeye başlar..

Mesla;

Suyu oluşturan elementlerden

Hidrojen: Yanıcı Gaz

Oksijen: Yakıcı Gaz’dır.

Yanıcı + Yakıcı = Söndürücü olan suyu oluşturur.

Fiziksel ve kimyasal olarak çok özellikler taşıyan suyun halen açıklanamayan bir çok yanı bulunuyor. Örneğin bütün maddeler soğukta sıkışırken su genişliyor. DNA’ları çözen atomları parçalayan billim, suyun çalışma sistemini çözemediğini iddia ediyor.

         Kanımızın %80’i, kemiklerimizin %22’si, kaslarımızın %70’i ve beynimizin %90’ı sudur. Bebekler anne rahminde su içinde yüzerek varlık alemine gelirler. Bütün bunlar tabi ki tesadüf olamaz.

Peki içtiğimiz bir bardak suda kaç adet su molekülü var?

Eğer ayaktaysanız, bir yerlere tutunun derim;

1 bardak suyun 200 gram olduğunu varsayarsak, basit bir hesapla bardağınızı her doldurduğunuzda, içine kabaca 6.6855 × 10^24 adet su molekülü koymaktasınız. 6’nın yanına 24 adet 0 koyacak olursanız, bu sayıyı elde edersiniz. Yani, 1 bardak suyunuzun için de 6.685.500.000.000.000.000.000.000 adet su molekülü vardır!

Nasıl oluyor da bütün bu parçalar bir arada duruyor. İşte burana yine kanunlar devereye giriyor, ve kanun koyucunun suya verdiği iki özellik dha devreye giriyor:

Bunlardan biri Adhezyon,yâni: farklı türdeki moleküllerin birbirini çekmesidir, bir maddenin başka türde bir maddeye yapışmasıdır

Diğeri Kohezyon, yâni; aynı türdeki moleküllerin birbirini çekmesi ve yapişmasıdır, hidrojen bağı nedeniyle su molekülleri birbirini çekerler. Kohezyon  aynı zamanda da yüzey gerilimine neden olur. Bu gözle görülebilir bir etkidir. Mesela bir bardak su, ağzına kadar dolu, hatta ağzını aşmış da olsa,taşmadığı görülür.

Su yüzeyinin yüksek gerilim ve yoğunluğu, boşluk bırakmama eğilimden kaynaklanır. Bu, aynı zamanda suyun damlalar oluşturmasını ve böceklerin suyun üzerinde nasıl yürüdüğünü de açıklar. Hatta suyun yüzeyinde oluşan bu zarımsı özellik, karınca gibi küçük canlılarında suyu, adeta poşetlenmiş gibi taşımalarına vesile olur.

Suyun, temizleme özelliği ve Ebru sanatı gibi aktiviteler hep suyun yüzey gerilimi ile oluşan etkilerdir.

Bazı özellikleri o kadar eşsizdir ki, Bilim ve tefekkür, hayret ile izler. Bunlardan en esrarengiz olanı, oluşturduğu kusursuz yapılardır. Su belli şekillerde kristaller üretir. Bunlara kümeler denir. Bu kümelerin çok ilginç görünümleri vardır. Ve bunlar, herhangi bir etki ile değişirler. Kimyasal maddeler, elektromanyatik radyasyon, ışık, müzik hatta dua onun moleküler yapısında değişiklikler oluşturur. İnsan vücudunda suyun varlığı, özellikle beynimizin %90’ının sudan oluştuğu gerçeğinin karşısında bu dış etkenler ile nasıl şekillendiğini hayal edebilirsiniz.

         İlk kez 1990’ların başında bir japon bilim adamı (Dr.Masaru Emoto) suyun moleküler yapısı ve bu yapıyı etkileyen şeylere karşı araştırmalarda bulundu. bir ilgi duyan Dr. Masaru Emoto, Dört elementten en çok etkiye açık olanın su olduğunu  bilen DR.Masaru, suya zihinsel bir çok uygulamada bulundu ve verilerini  fotoğrafladı.

İçinde, 0.50 cmküp ölçeğinde su bulunan 50 kabın her birini 3 saat boyunca -25 derece dondur. Donmuş örnekleri  alıp 5 derecedeki dolaba koyar ve içerideki kameralar ile fotoğrafları çekilir. Önce içine bilgi koyulmadan ve sonra bilgi koyulmuş, yani suya karşı kelimeler söylenip nefes verilmiş haliyle..

Bu deneyde suyu en kuvvetli bir şekilde temizleyen sözleri bulmayı hedefleyen DR. Masaru, çok sayıda sözcük değil sadece iki kelimenin birleşimi olduğunu öğreniyor: Sevgi ve şükran

Sevgi ve şükran ,suya yansıtılınca en harika kristal oluşuyor. Üstelik dahası, ister Elhamdulillah, ister Thanks, ister merci deyin..Su aynı etkiyi gösteriyor..

Bir mantıkçı olan  Said Nursi, Kur’anın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah ettiği külliyatında suyun “Allah’ın ihsan ve rahmetinin arşı, yâni en yüce ve üstün tecelligahı olduğunu, bütün zerratı ile canlılara kaynak olması ve yaşamalarına hizmet etmesi noktalarından olağanüstü nitelikler taşıdığını şöyle ifade eder:

Suyun katrelerinin gördüğü vazifeler, hususan nutfelerin (Rahimdeki hücrelerin) ve çekirdeklerin ve tohumların intibahında ve uyanıp vazife-i fıtriyelerine (yaradılış ile ilgili görevlerine) mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel ve hârika o küçücük mahlukların ve yavruların büyük ve gayet intizamlı (düzenli) ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini bütün zîşuura (bilinç sahiplerine)  tebrik ile bârekâllah (hayırlı ve bereketli olsun) dediren ve hadsiz bârekâllah, mâşâallah dedirmeye vesile olmaya lâyık olan o mübareklerin o vaziyetleri; o su unsurunun (elementinin) herbir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâzımdır. Bu ise, suyun zerratı adedince muhaldir.

 

Ve su, sadece, “havadan sudan şeyler” değildir, Risale-i Nur Külliyatının derin sularında hakikat hazinesini araştırırken şu bilgilere de ulaşırsınız:

 

SU

Hayatın olduğu her yerde..

Yaratıcısının izniyle her muhtacın imdadına koşar..

İlahî emirle her bir yere girer, medet verir..

Hayata gerekli olan maddeleri yetiştirir..

Burada canlılara süt emziren  bir anne..

Şurada İlahi sanatların dokuyan bir usta..

Orada hayvanata hayat suyunu veren bir şerbetçi…

 

Suyun, sesin fotoğrafını tutmasını adeta hafızaya benzeten  Dr. Masaru şöyle der:   “Suyun huzurlu olduğunu düşünüyorum. Kelimeler suyu etkilediği gibi bizi de etkiliyor.

Bu kelimelerden birisi olan şükretmeyi konuşacağız. Hafızası olan suyu en güzel haline getiriyor. İnsanında % 70 ‘nin su olduğunu düşünürsek. Şükreden bir insanın nasıl güzelleştiğini düşünün. Su öreneğinde olduğu gibi şükür ettikçe hem ruhumuz hem suretimiz güzelleşir.

 

Said Nursi, Kur’anın hakikatlarını tefsir ettiği eserlerinde şükür meselesini de, boşluk kalmayacak şekilde izah etmiş, akla yaklaştırmış, somutlaştırmış ve ispatlamıştır. Şöyleki:

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan tekrar ile

Hâlâ şükretmezler mi? Yâsin Sûresi, 36:35, 73.

Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız. Al-i İmrân Sûresi, 3:145. Şükrederseniz nimetimi elbette arttırırım. İbrahim Sûresi, 14:7. Yalnız Allaha kulluk et ve şükredenlerden ol. Zümer Sûresi, 39:66.

gibi âyetlerle göِsteriyor ki, Hâlık-ı Rahmân‘ın, ibâdından istediği en mühim i şükürdür. Furkan-ı Hakîmde gayet ehemmiyetle şükre davet eder.

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gِösteriyor. öyle de, Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi göِsteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse gِörünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.

 Ne güzel diyor Peygamber Efendimiz (SAV); “Kanaat eden en çok şükredenlerden sayılır”. [İbni Mace]

Öyle ise bütün kainatı ve bütün güzellikleri ve bütün sevgileri kalbimizde hissederek bir “ELHAMDÜLİLLAH”diyelim..

yani: “Ne kadar hamd ve medh varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcib-ül Vücud’a ki, Allah denilir.”

 

 

Sağlam düşünce ve inanç sahipleri için yeryüzünde açık deliller vardır.

Hatta kendinizde de. Hiç görmüyor musunuz?

Zâriyât Suresi – 20-21

Resimli Vecizeler

Said Nursi Kimdir?

— bediüzzaman

Said Nursi Kimdir?

Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri; emr-i dinde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. Yani, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyen ittiba’ yoluyla dini takvim ve tahkim ve dinin hakikat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref’ u ibtal ve dine vaki’ tecavüzleri redd ü imha ve evamir-i Rabbaniyeyi ikame ve ahkâm-ı İlahiyenin şerafet ve ulviyetini izhar u ilân ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni ikna’ usûlleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-i vazife ederler.

Risale-i Nur ve Tercümanına Gelince

        Bu memurîn-i Rabbaniye, fiiliyatlarıyla ve amelleriyle de memuriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salabet-i imaniyelerinin ve ihlaslarının âyinedarlığını bizzât îfa ederler. Mertebe-i imanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlâk-ı Muhammediyenin (A.S.M.) tam âmili ve mişvar-ı Ahmediyenin (A.S.M.) ve hilye-i Nebeviyenin hakikî lâbisi olduklarını gösterirler. Hülâsa: Amel ve ahlâk bakımından ve sünnet-i Nebeviyeye ittiba ve temessük cihetinden ümmet-i Muhammed’e tam bir hüsn-ü misal olurlar ve nümune-i iktida teşkil ederler. Bunların Kitabullah’ın tefsiri ve ahkâm-ı diniyenin izahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler, kendi tilka-i nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsulü değildir, kendi zekâ ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-i vahy olan Zât-ı Pâk-i Risalet’in manevî ilham ve telkinatıdır. Celcelutiye ve Mesnevî-i Şerif ve Fütuh-ul Gayb ve emsali âsâr hep bu nevidendir. Bu âsâr-ı kudsiyeye o zevat-ı âlişan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevat-ı mukaddesenin, o âsâr-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyanında bir hisseleri vardır; yani bu zevat-ı kudsiye, o mananın mazharı, mir’atı ve ma’kesi hükmündedirler.

       Bu eser-i âlîşanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvî ve bir kemal-i nâmütenahî mevcud olduğundan ve hiçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meş’ale-i İlahiye ve şems-i hidayet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur’anın füyuzatına vâris olduğu meşhud olduğundan; onun esası nur-u mahz-ı Kur’an olduğu ve evliyaullahın âsârından ziyade feyz-i envâr-ı Muhammedîyi hâmil bulunduğu ve Zât-ı Pâk-i Risalet’in ondaki hisse ve alâkası ve tasarruf-u kudsîsi evliyaullahın âsârından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan manevî zâtın mazhariyeti ve kemalâtı ise o nisbette âlî ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikâr bir hakikattır.Evet o zât daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu’cize-i fıtrattır, tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
      O zât-ı zîhavarık daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa olsun vaki’ olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş, ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla “Bedîüzzaman” ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedî’nin neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam halinde rû-nüma olmuş olan böyle bir zât elbette Seyyid-ül Enbiya Hazretlerinin en yüksek iltifatına mazhar ve en âlî himaye ve himmetine naildir. Ve şübhesiz o Nebiyy-i Akdes’in emir ve fermanıyla yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envâr ve hakaikına vâris ve ma’kes olan bir zât-ı kerim-üs sıfattır.
Envâr-ı Muhammediyeyi ve maarif-i Ahmediyeyi ve füyuzat-ı şem’-i İlahîyi en müşa’şa’ bir şekilde parlatması ve Kur’anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle, o zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı ve şem’-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.
      Üçüncü Medrese-i Yusufiye’nin Elhüccetüzzehra ve Zühretünnur olan tek dersini dinleyen Nur Şakirdleri namına Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Zübeyr, Salahaddin, Ceylan, Sungur, benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermekle beraber, bu imza sahiblerinin hatırlarını kırmağa cesaret edemedim. Sükût ederek o medhi Risale-i Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsi namına kabul ettim.

Tarihçe-i Hayat ( 611 

Said Nursi